20 Aralık 2015 Pazar

Birlik ve ümitvar olmak...


-Dünyayı nasıl okuyorsun?
-Ben okumuyorum, fakat bazıları mazlum dünyalıya rahmet okutuyor.
-Yani...?
-Nerede bir Müslüman var, oluk oluk kanı akıyor.
-Dünya ne yapıyor?
-Seyrediyor.
-Kim kimi öldürüyor?
-Kabil Habil'i öldürüyor. Eskiden hilal ile ehli salibin savaşı olurdu. Şimdi grup, cemaat, mezhep ve fırkalara ayrılmış Müslümanlar birbirini öldürüyor.
-Müslümanlık mı öncelikli yoksa mezhep, fırkalar mı?
-Mezhepler öncelikli, hatta tercih yap denirse büyük bir ekseriyet grubunu tercih eder.
-Bu işte bir anormallik yok mu? Müslümanlar niçin bir araya gelemiyor?
-Müslümanlık duyarlılığımız olmadı hiç. Hangi mazlumu tutarsan, desteklersen diğeri niçin beni anmıyorsun, onu anıyorsun, kendinden utanıyor musun diyor. Erbakan 10 Kasım törenlerine katılmaz, niçin katılmadı, törene katılır, efendim niçin katıldı derlerdi. Adam katılsa da suçlu idi, katılmasa da. Anlayacağın nerede bir akan kan varsa onun acısına ortak olmak gerek. Zulmün milliyeti olmaz. Dünyada insanlar Arap, Türk, Kürt olduğu için öldürülmüyor. Müslüman olduğu için öldürülüyor.
-Ayrım var mı gerçekten?
-Ayrım falan yok. Sadece dünya basınının gündeme getirdiğiyle dertleniyoruz.
-Dertlenmek derken...?
-Sanal alemde gündeme getiriyoruz, kınama yapıyoruz. Kınama yapmaktan neredeyse kına geldi. İslam Dünyası sahipsiz. Neredeyse atar damarı patladı. Osmanlı tarih sahnesinden çekildikten sonra o bölgelerin yüzü hiç gülmedi. Meydan taş kalpli dini dar, ehli kitaba kaldı.
-Hiç ümit yok mu?
-Ümitsizlik bize yaraşmaz. Olanları doğum sancısı olarak görmek lazım. Doğacak çocuk mazlumların hür ve gür sedası olacaktır inşaallah.
-Son sözün...?
-Allah Müslümanlara feraset versin, akıl, iz'an versin, birlik versin. Asabiyet, grupçuluk, mezhepçilik, cemaatçilik vb ayrışmayı tetikleyen ortamlardan uzak tutsun. Akıllarını kiraya vermekten kurtarsın. Allah hepimize samimiyet ve doğru bakış açısı versin.
30/06/2015

Parmağa Bakmak

Parmağa Bakmak

Hikaye, deneme vb. anlatımlarda yazanın, anlatanın ve paylaşanın olayları hikayeleştirirken mutlaka bir ana fikri vardır. Okuyan kıssadan hisse alsın diye parmağını gizlice gösterir. Olayları anlayan maksadı anlar. Çünkü parmağın işaret ettiği yöne bakmıştır. Bazıları da parmağa bakar. Sadece parmağı görür.
-Parmağa bakana ne mi denir?
-Çok da hazır yiyici olma, onu da sen bul. 29/07/2015

MAŞA OLMAYI NE ZAMAN BIRAKACAKSINIZ?

MAŞA OLMAYI NE ZAMAN BIRAKACAKSINIZ?★
Suruç patlaması ve 2 polisin ölümünden sonra tarafların konuşmalarıyla kılıçlarını çektiklerini görüyorum. Yaptığınız konuşmalar, paylaşımlarınız ve demeçleriniz kan, intikam kokuyor.

 Ülkeyi ve kendi insanınızı çok sevdiğinizi sanmıyorum. Siz kandan besleniyorsunuz. Bana sevgi ve kardeşlikten dem vurmayın. Siz kansız yaşayamazsınız. Canı yanan olayların arkasına bakmadan karşı tarafı suçluyor. Dava sandığı, uğruna öldüğü, ölürken de onlarca masumu arkasından götürenler maşadır, olayların ardından timsah gözyaşları dökerek karşı tarafa sözle saldırıya geçenler de maşadır; bey gibi durduğuna bakmayın. Yahu çenenizi bir tutun. Cenazelerinize de mi saygınız yok. Ateş düştüğü yeri yakar, çocuğu ölen baba sizin yaptığınızı yapmıyor. 

Bizim kültürümüzde cenazelerde yakınları ağlar, gerçek dostları da metanetli olmaları ve sabırlı olmaları için yanlarından ayrılmaz... Siz sözden anlamazsınız bilirim, belki insafa gelirsiniz: Ne olur ölürken, öldürürken, taraflarınızı kin ve intikamla doldururken Müslüman kimliğini taşımayın. İnancınızı ve bilginizi ortaya koyun, sizin o fikrinizi savunmanız için elimden geleni göstereceğim, asla ayıplamayacağım. İnanır göründüğün o din, "Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş, bir insanı yaşayan da tüm insanlığı yaşatmış gibi olur." Buyurmaktadır. Haydi o aklını kullanmadı, satılmış. Sen ne diye başka ilçedeki masumları öldürüyorsun. O adamlar liseyi belki de üniversiteyi bitirdi iş bulamadı mecburiyetten polis oldu. Şimdi ardında kalan çocukları boynu bükük yetişecek, içine kapanık olacak belki de kinle büyüyecek, o da seni ya da diğer masumları öldürecek. Bilin ki öldürerek bitiremezsiniz. 

Attığınız her kurşun, bomba yeşermesi için yere saçılan bir tohumdur. Kim kimi, niçin öldürüyor, kimin eli kimin cebinde belli olmadan geleceğimizi yok ediyorsunuz.. Kanla beslenen, kan akıtan kanın içerisinde boğulacaktır. Ahiretiniz mi?  Keramet göstermeme gerek yok: İlâ Cehenneme zumera...

★ Sözüm samimi ve masum olanlara değildir. 22/07/2015

Samimiyet testine var mıyız?

Türkiye'de kan akmaya devam ediyor, yine analar ağlamaya devam edecek, biteceğe de benzemiyor. Ağzını açan barış istiyor. Herkes barış istediğine göre sahi, terörü kim yapıyor o zaman, bu terörü kim destekliyor, kim kimi niçin öldürüyor. Köşe başlarını tutmuş tuzu kurulardan hiç ölen var mı?... Her şeyi icat eden teknoloji bir de insanları, konuştuklarında samimi olup olmadıklarını test eden aletler icat etse. O zaman ak koyun kara koyun belli olsa.

Meteorolojinin çok yaygın olmadığı ve güven vermediği zamanlarda köyden şehre gelen vatandaş, şehirdeki esnaf akrabasının evine ya da iş yerine uğrardı. Hoşbeşe, "Köyde rahmet var mı? Ekinler nasıl?" Diye başlanırdı. "Rahmet var, ekinler de iyi dersen" şehirli esnaf akrabanın yüzü güler, sevinirdi. Köylü de "Akrabamız bizi ne de çok düşünüyor, gerçek dost bu" diye memnuniyetini ifade ederdi. Meğersem "Rahmet olur, mahsul iyi olursa köylünün eline para geçecek, kazandığını harcayacak, esnaf da faydalanacakmış " niyeti anlaşıldığında yıllar yılları kovalamıştı. Şimdi de ne kadar konuşan varsa "Kan dursun, terör sona ersin, analar ağlamasın, barış ve kardeşlik " diyen varsa sanırsın terör düşmanı, bizi çok seviyor... Sakın bunlar da "Köyde rahmete ve mahsulün bolluğuna"  sevinen esnafa benzemesin. Sakın dili barış derken kalbi sirkatin söylemesin...

Son söz, muhalifini öldürmekle bitire bilseydi  İsrail Filistinlileri bitirirdi. 1948 den beri İsrail, hayat hakkı tanımamak için öldürdü, öldürdü, öldürdü. Hala da öldürmeye devam ediyor ama ne bitirebildi, ne sevinebildi, ne huzur buldu, ne de huzur verdi.

Gelin öyleyse başkasının ölümüne kendi ölümüz gibi üzülelim. Başkasının ölüsünü kendi cenazemiz bilelim. Kendi katilimizin cezasını kendimiz verelim. Hayvan haklarına verdiğimiz değeri kendi hemcinsimize de verelim... 26/07/2015

Konuşunca Kendini Ele Verenler

İnsan konuşunca/yazınca/yorum yapınca kendini ele verir. Çünkü çapını, kapasitesini ortaya koyar. İşte bir örnek:

Öğrenciler arasında bir öğrencisinin dersi dinlemesi hocanın pek hoşuna gider. Öğrencisi ile gurur duyar.
Tüm öğrenciler soru sorduğu halde hoşuna giden öğrencinin soru sormaması, yorum yapmaması, derse katılmaması hocanın dikkatini çeker:
-"Oğlum sen niye soru sormuyor, derse katılmıyor, yorum yapmıyorsun? Bak, ne güzel ders dinliyorsun." deyince öğrenci parmağını kaldırır:
-Hocam iftar ne zaman olacak, ne zaman iftarımızı açacağız?
-Güneş batınca yavrum.
-Ya Güneş batmazsa.
Hoca çok sevdiği öğrencisinin sorduğu bu soruyu görünce -dinlemesi ve susması -çok hoşa giden öğrencisine hayret, taaccüp ve ibretle bakar ve:
-"Bazılarınızın susması ve dinlemesi, konuşmasından ve olayları yorumlamasından daha evladır. Çünkü insanoğlu dilinin altında saklıdır. Konuştuğu zaman kendini ele verir." diyerek dersine kaldığı yerden devam eder.

. 29/07/2015

Kandıran mı Olmak istersin Yoksa Kandırılan mı?


Vücudumuzun diğer organları gibi dişlerimiz de Allah'ın bize bahşettiği en büyük nimetlerdendir. 28 olan diş sayısı yetişkin olduğumuzda 20’lik dişlerle birlikte 32’ye çıkmaktadır. Altlı üstlü sıra sıra dizilmişlerdir. Her birinin ayrı ayrı misyonu vardır. Azı, kesici ve köpek dişleri olarak isimlendirilir. Biri sancıdığı zaman tüm dişler ve vücudumuzun her bir tarafında o acıyı çekeriz. Kendimiz rahat edemediği gibi çevremize de huzur vermeyiz sancıdığı zaman.

Diş hekimlerini de bilirsiniz. Çoğumuzun korkulu rüyası. Diş sancısına dayanamayız. Son raddeye gelinceye kadar da dişçiye uğramayız. Bu yüzden sağlık açısından en ihmal ettiğimiz organlarımızdır dişlerimiz.

Bazılarımız onları kasap olarak değerlendirirse de diş hekimlerinin ortak özelliği bir dişi yaşatabildiği kadar yaşatmak. Kolay kolay çekmezler. Çürüyen dişlere önce dolgu yaparlar. Uzun süre dolguyla idâme ettiririz hayatımızı. Çürüme tabana yayılınca bu sefer kanal tedavisi uygularlar, üzerine kaplama vs. yaparlar. Son ana kadar dişi yaşatmak için mücadele ederler. Bütün bu vb. tedavi yollarını denedikten sonra son çare şeriatın kestiği parmak acımaz deyip dişi çekerler. Çekilen dişi de atmazlar. Diş hekimliğinde öğrenci olanlar öyle zannediyorum o dişler üzerinde inceleme yaparlar.

1989 yılında çürük diye dolgu yaptırdığım azı dişim 2007 yılında yeniden sancıma yapmaya başlayınca Kemal Elitemiz isimli bir diş hekimine gittim. Dişimi muayene ettikten sonra “Kanal tedavisi uygulayacağız. 35 yıllık hekimlik tecrübeme dayanarak söylüyorum bu diş olmaz ama deneyeceğim.” Dedi. Başladı kanal tedavisini uygulamaya. Tedavi bana zaman zaman sancı verse de Kemal Bey aynı zamanda tedavi ile birlikte oynayan dilimle de mücadele ediyordu. Bir ara “Ben hayatımda böyle büyük dil görmedim.” Dese de. Dişimin olmayacağını söylediğine mi üzüleyim, dilimin büyük olduğunu söylediğine mi güleyim, derken geçici dolgudan bir hafta sonra da gerçek dolguyu yaptı. 2007’ de tedavi uygulanan dişimi en sonunda 2015 yılında kaybettim. Allah rahmet eylesin.

Ben dişleri; aralarında iş bölümü olan, birbirinin eksikliğini tamamlayan iyi gününde ve kötü gününde birbirine destek olan kardeşler olarak değerlendiriyorum. Biri sancıdığında tüm kardeşler etkilenir. Sonradan kardeş olarak gelen 20’likler çok da hayır etmezler. Ama diğer dişler kenetlendikçe kenetlenir daima. Dişçiler ise bizim kıymetini hiç bilmediğimiz, hor kullandığımız dişlerimizi yaşatmak için var güçleriyle tedavi üstüne tedavi uygularlar.

Dişleri, bir ülkede yaşayan birbirine kenetlenmiş vatanın evlatları olarak görürüm. Dişin biri çürüyüp çekildi mi diş sisteminin dengesi bozulmaktadır. Çekilen dişin görevini diğer dişler daha fazla efor sarf ederek çözmeye çalışırlar. Dişler yok oldukça yiyen kimse yediğinden tat almamaya başlıyor. Diş doktorlarını da evladı iyalini her türlü tehlikeye karşı koruyan ebeveynlere benzetirim.

Nefsim, ”Kardeşim; diş, dişçi, kardeş, ebeveyn... ne iş, ne alaka?” demeye başladı bile. Biraz sabretse belki sonunu getiririm. Sonra 9 ay annen sana iyi sabretmiş gerçekten.

Ben kendimi bildim bileli bu ülkenin bir Doğu sorunu var. Geçmişten beri gelen her bir hükümet iyi niyetli bir şekilde Doğu ve terör sorununu çözmeye çalıştı. Her gelen de silaha silahla karşılık verdi.Tabir yerindeyse bataklığı kurutmaktansa sivrisinekle uğraşmaya devam etti. Ülke gelirinin büyük bir gideri terör ve askeri harcamalara harcandı.Terörle uğraşmak ve mücadele etmek aynı zamanda çok pahalıya geliyordu.Tıpkı diş tedavisinin de diğer sağlık harcamalarına göre daha pahalı olduğu gibi. Geçici başarılarla birlikte kesin zafer maalesef bir türlü gelmedi. Çözüleceği yerde daha da arttı. 30.000-40.000 gencimizi heba ettik. Hep analar ağlamaya devam etti. Ölen gençlerimiz geri gelmedi tıpkı çürüyüp çektirdiğimiz dişlerimizin geri gelmediği gibi. Devlet de aynı çatı altında birlikte yaşatmak için tıpkı dişleri yok etmemek için uğraşan doktorlar gibi didindi durdu. Ama ne kan durdu, ne de gözyaşı.

Son hükümet de çözmek için kolları sıvadı. Adına da “Çözüm süreci” dedi.Yıllarca didindi. Öncekilerden farklı bir metotla masada çözelim dedi. Her çözüme yaklaşıldığında dişlerin arasına düşman kalıntılar girdi kardeşler arasına. Diş aralarındaki yemek kalıntılarını çıkarmadan uyumak olmadığı gibi bu mesele için de “Gerekirse baldıran zehri içmeye” ant içilmişti. İki kardeş, aralarına giren ayrılık ve bozgunculara yine maalesef yenik düştü. Yıllardır akmayan kan yine akmaya başladı.

Sanal alemdeki bazı paylaşımlara bakıyorum. Bazı insanlar, ” Ben demedim miydi bu iş böyle çözülmez, şöyle çözülür diye, bunlar şundan anlar, bundan anlar, çok taviz verildi, terör bundan dolayı azdı, onlar sizi kandırdı, terör ve teröristle masaya oturulmaz...vs” demeye.

Bir eğitimci olarak 24 yıl Milli Eğitimin değişik kademelerinde öğretmen ve yönetici olarak çalıştım halen de çalışmaya devam ediyorum. Okulları en fazla uğraştıran öğrenciler, yaramaz öğrencilerdir. Okul idareleri, yaramaz öğrencileri kazanmak için nasihat, ödül, uyarı, ceza, aileyi çağırma, başka okula nakil vb tüm yolları dener. Çoğu zaman da görmezden gelir. Amaç öğrenciyi okula ve topluma kazandırmaktır. En son çare örgün eğitimin dışına çıkarmaktır.

Bu ülkenin tüm insanlarını da bir vücudun azalarına, dişlerine benzetmek gerekir. Dişler evli eşler gibi görünmektedir. Tıpkı Kürt-Türk evlilikleri gibi. Başka halklar ayrılır belki ama Türk-Kürt ayrılamaz, çünkü kız alıp vermişlerdir. Diş doktorunun da dişleri bir arada sağlıklı tutmak için çaba göstermesini takdir etmek gerekir. Barış ve kardeşliği tesis için her yol mutlaka denenmelidir. Kandıran olmaktansa kandırılan olmak daha iyidir. Şu hikayeyi hepimiz okumuşuzdur: ”Ünlü sporcu, alanında Dünya şampiyonu olmuştur. Büyük paha biçilmez ödülünü alıp adamlarıyla birlikte zafer turu atarken yanına yaşlı bir kadın yaklaşır. ”Efendim, çocuğum çok hasta ameliyat olacak, paramız da yok, yüklü bir paraya ihtiyacım var.” Deyince şampiyon aldığı tüm ödülü kadına verir. Adam yine zafer turu atmaya devam eder. Adamları ertesi gün şampiyona gelirler. ”Efendim, kadının çocuğu yokmuş, üstelik çocuğu da hasta değilmiş, onca parayı da boşu boşuna verdiniz. Kadın dolandırıcı imiş, kandırıldınız.” Deyince şampiyon: ” Bugün duyduğum en güzel haber bu, demek kadının çocuğu hasta değil miymiş” diye cevap verir.

Kardeşler kendi arasında tıpkı dişler gibi kenetlense, diş hekimlerinin korumacılığı gibi birbirini korusa kıyamet mi kopar. Zaten ahiret inancı olan kişi öldürmez. Ahirete inanmayan da 75 yıllık hayatını sona erdirmez.

Son söz, barış ve kardeşlik yolunda kandıran olmaktansa kanan olmak daha iyi değil mi?
O zaman bu neyin nesi, Allah aşkına! Olsa olsa akıl tutulması olur...
Nefsim yine durmadı:”Bu yazı bu kadar uzun mu anlatılır, sıktın artık” demeye başladı. Bre nefsim bizim terörümüz de uzun değil mi zaten?......  29/07/2015

19 Aralık 2015 Cumartesi

Teröre Sanal Çözüm

Teröre Sanal Çözüm

Terör nasıl çözülür? Sorusunu soranı ve "efendim bence şöyle çözülür" diyeni çok görürüz. Siyasiler her akan kanda birbirini suçlar. Eline mikrofon uzatılan konuşur da konuşur. Sanırsın ki ak kaşık. Mübarekler, çözesiniz diye meclis çatısına gönderdik sizi. Konuşasınız, seçmeninize mesaj veresiniz diye değil. Üzerime vazife değil, bakın ben de önümde mikrofon olmadığı için yazıyorum. Gelin millet olarak olaya el koyalım. Madem asıl biziz.Vekillerimize emredelim, aşağıdaki yazdıklarımızı isteyelim:
1.Meclisteki 4 siyasi partiye 2 ay süre verelim. İstekleriniz nedir, çözüm yolu nedir? Yazın getirin diye. Her istediklerini yazıp gelsinler.
2.Tüm vekilleri TBMM'ye kilitleyip 2 ay içerisinde başta terör, anayasa vb. konularda asgari müşterekte anlaşsın. Her konuyu masaya yatırsınlar. Anlaşmadan çıkmasınlar.
3.Meclis çevresi millet tarafından  belirlenen yeterince kalabalık bir sağduyulu bir kitle ile çevrilsin. Anlaşamayıp çıkan vekil içeri geri gönderilsin. Geri içeri girmeyene zor, gerekirse silah kullanılsın.
4.Siyasi parti temsilcileri anlaşıp çözünceye kadar kesinlikle açıklama, beyanat vermesin.
5.İçeride anlaşıp dışarı kolkola çıkıp   ortak basın toplantısı yapsınlar. Birbirlerini asla suçlamasınlar.
6.Anlaşma metni referanduma götürülsün.
7.Oybirliği ile anlaşan vekillerin isimleri altın harflerle meclisin içinde kaldırılmayacak şekilde çerçeveletilsin.
Var mı başka ilave?... 30/07/2015